Başlıkta yazdığım, Hollywood'da ünlü bir vecizedir. Eğer filmleriniz de vermek istediğiniz tema'yı yani ana fikri, filme yedirememişseniz ve didaktik görünmeyi başaramıyorsanız bu vecize ile yani "Bir mesaj vermek istiyorsan posta kullan!" karşılaşırsınız. Mahsun Kırmızıgül, maalesef yönetmenlik kariyerine başladığından beri, halkı eğitmek, insanları bilinçlendirmek gibi, kendine bir misyon belirlemiş durumda. Adeta bir "Başöğretmen" tavrı sanki. Verdiği mesajların basitliğini ve herkesin az çok bu tür mesajları bildiğini kabul etmeden, "Bu mesajları kimse bilmez, millet sanki gündem mi takip ediyor ki?" gibi bir ukalaca bir tavrın içine girerek yapıyor bunu da. Yanlış anlaşılmasın, kendisinin Sinema Sanatını, yapmak adına verdiği gayreti ve samimiyetine inanıyorum. Ama insanları eğitmek gibi, Sinema'nın ilk dönemlerinde kullanılan ve halen maalesef örneklerine sadece demir-perde ülkelerinde rastladığımız türden filmleri, ısrarla çekmesine bir anlam veremiyorum. Kırmızıgül'ün, bu kadar çok tema'yı işlemesini bir kenara bıraksak ve mesajları filme güzel bir şekilde yedirdiğini görsek neyse, o kadar da kusur olur diyeceğiz. Ama yok. Beyaz Melek ve Güneşi Gördüm filmlerinde, bu tür problemlerin hepsi vardı ve New York'ta 5 Minare'de bu durumdan üstüne düşeni fazlasıyla alıyor. Birde, yukarıda dediğim gibi bu mesajlar, böyle sığ ve basit olmasa, "Hadi insanlar olayları birde böyle görsün, olaylar hakkında biraz daha farklı düşünebilirler" diyebiliriz. Ama maalesef durum hiç iç açıcı değil. Örneğin New York' ta 5 Minare'den hemen bir örnek verelim. Mustafa Sandal'ın oynadığı polis karakteri, Amerika'ya adımını atar atmaz bir FBI ajanı ile Amerika'nın dış politikasını eleştiren bir tartışma içine giriyor ve "Nedense demokrasiyi petrol olan ülkelere götürüyorsunuz." gibi bir laf ediyor. Gerçekten bunu hiç sinema'da duymamıştık sevgili Kırmızıgül. Yaklaşık 10 senedir Muhalif Amerikan Sineması, filmlerinin içine gayet iyi bir şekilde yedirerek, bir fiil bunu söylüyor. Verdiğin mesajların bu kadar sırıtmasına ve rahatsız edici bir boyuta gelmesinin ne anlamı var? Tabi bu nokta da, bir Türk Polisi'nin, FBI'ın bir sorumlusu ile ayağını Amerika'ya basar basmaz böyle bir tartışma içerisine girmesi ise ne kadar inandırıcı bir durum, siz karar verin. İnandırıcılık demişken, filmin bir başka problemi de burada karşımıza çıkıyor. Türk Polis Teşkilatı, İnterpol ve FBI' yı kandırmak, hatta FBI gibi bir kurumun elinden, "İyilik timsali gibi görünen bir hocayı" kaçırmak ne kadar inandırıcı bir durum bilemiyorum. Hem Haluk Bilginer'in oynadığı "Hacı" karakterini, kimseye zararı olmayan biri olarak tanıtacaksın, hemde hocanın müritlerine, FBI'ın elinden, hocalarını silah zoruyla kaçırtacaksın. Gerçekten ilginç.
Filmin işçiliği ve oyuncuların performansına gelecek olursak. İşçilik konusunda her ne kadar Mahsun Kırmızıgül temiz bir iş çıkartsa da, halen Sinema Sanatı'nın saf görsellikten çok "Sinema Duygusu" denilen kavram ile yaratılan görselliğin, iyi filmler ortaya çıkarttığını bilmiyor. Kırmızıgül'ün, Sinema'nın sadece "Etkileyici sahne çektim ben oldu" ile olamayacağını, etkileyici sahnelerin filmin hikayesini ve bütününe bir hizmeti yoksa bir anlamı olamayacağını anlaması gerekiyor. Allah aşkına, tamam güzel bir zikir sahnesi çekmişsin de bunun Amerika da ki olayla ne ilgisi var? Veya Ülkücülerin yemin ettiği sahne ile sanki 80'ler de geçen bir durum varmış gibi bir olay yaratılmasının ne gereği var? Bu sahnelerde Mahsun Kırmızıgül'ün ne düşündüğünü gayet iyi anlayabiliyorum. Evet bu yukarıda söylediğim sahneler, gerçekten etkileyici ve güzel çekilmiş. Ama sadece etkileyici sahne çekmekle sinema yapılmıyor. Etkileyici sahneler iyi sinema yapmaya götüren bir araçtır sadece. Filmin kurgusunu ise, haliyle akıcı bir zemine oturtmaya çalışmış Kırmızıgül. Lakin, kurgunun akıcılıktan çok kaygan bir zemine oturduğu ve seyircinin olayları hazmetmesine izin vermeden devam ettiği için izleyici olarak filmin akışından rahatsız olduğumu söylemeliyim. Ayrıca "New York'u bir daha zor buluruz, bütün binalarını uzun uzun, seyirciyi sıkarak" çekelim olayı nedir yani? Filmin en büyük sorunu bu noktada işte, maalesef hiçbir bütünlük yok. Hatta Beyaz Melek ve Güneşi Gördüm kadar bile bir bütünlük yok. Oyunculuklar ise genel manada iyi diyebiliriz. Tabi Haluk Bilginer'in ve Danny Glover'ın " Bitse de gitsek " tadındaki oyunculuklarını saymaz isek. Bu iki oyuncu öyle usta oyuncular ki, bu filmde bile karakterlerini tam manası ile sevemeseler de ve gerçek performanslarını ortaya çıkaramasalar da iyi oynamışlar diyebiliriz. Robert Patrick, Gina Gerson ve Mahsun Kırmızıgül ,Mustafa Sandal ve diğer oyuncular da, üstlerine düşen payı, fazlasıyla yapmışlar. Yalnız bu nokta da Hacı'nın annesini oynayan Suna Selen için bir parantez açmalıyız. Suna Selen, son zamanlarda Türk Sineması'nda ki en iyi performanslardan birini sergiliyor dersek, herhalde abartmış olmayız. Karakterini severek ve isteyerek oynadığı her halinden belli. Velhasılı, Mahsun Kırmızıgül, ilk filmi olan Beyaz Melek'ten daha da geri gitmiş. Ayrıca filmi yere göğe koyamayan, " Mahsun, Hollywood'a hükm ediyor" diyen şakşakçılarada iki çift lafım var. Kimsenin zevkine bir şey diyemem ama filmi salonda izleyen seyircilerin ve çevremde filme gidenlerin tepkisine bakarsam, herkes filmin Mahsun'un önceki filmlerinden daha da geriye gitmiş olduğunu söylüyor. Konuştuğum kişilerde öyle Mahsun Kırmızıgül'e burun kıvıran insanlar değiller. Önce ki filmlerini çok beğendiğini söyleyen insanlar. Lütfen beğendiğinizi belirtirken abartmayın. "Mahsun Kırmızıgül'ün yaptığı filmleri beğeneceğim, farklı olacağım" gibi bir çabaya girmeyin. Halbuki ben tam tersini beklerdim ama filmi beğenmeyen basın mensuplarını resmen "Elitizm" ile suçlayarak, çarmıha geriyorlar. Lütfen, insanların zevkine ve beğenisine laf söylemeyin. Sizin bu filmi beğenmeye hakkınız olduğu gibi, bizim de bu filmi beğenmeme hakkımız var.